top of page

 

Yazılar ve Videolar

 

Medyada Leasing, Ekonomi, Finans ve Maliye konularında yer alan ilginç olabilecek yazılara ve videolara zaman zaman bu sayfada yer verilecektir.

İşsizlik sorununu “büyümeden” çözemeyiz

Negatif Faiz Kobilere Kredi Olarak Geçmiyor
Leasing sektörü beş senede iki kat büyüyecek
Teknoparklarda Vergi Uygulamaları
Finansal kiralama sözleşmelerindeki damga vergisi istisnasının kapsamı

 

LEASING İLE İLGİLİ VİDEOLAR
 
 

 

SAYFA BAŞI

İşsizlik sorununu “büyümeden” çözemeyiz

17.02.2017  Tevfik GÜNGÖR                                                                                              SAYFA BAŞI

Hükümet bir süredir işsizliği azaltmak için tedbirler açıklıyor. Yeni işe alınacakların sosyal güvenlik ödemelerinin işsizlik fonundan, vergilerinin bütçeden karşılanması kararlaştırıldı. Bu teşviklerle işverenlerin yeni iş yaratmaları bekleniyor.

TÜİK tarafından kasım ayı istihdam rakamları açıklandı. Bizde istihdam rakamları 2.5 ay gecikme ile açıklanıyor.

Kasım ayında işsizlik oranının yükseldiği görüldü.

İşverenlerin iyi niyetle, bu yıl daha çok insana iş imkanı sağlamaları ile belli sayıda işsizi mutlu edebiliriz ama, işsizlik sorununu çözemeyiz.

Yılda 900 bin - 1 milyon kişiye iş bulmak için büyümeye mecburuz. 2015 Kasım ayından 2016 Kasım ayına, 980 bin kadın ve erkek iş peşine düştü.

Her yıl bu sayıda iş arayanlara iş yaratmak kolay değil.

Hele, hele dünya ekonomisinin ve Türk ekonomisinin sorun yaşadığı 2016 yılında hiç de kolay değildi.

Ne var ki gene de Türk ekonomisi bir yılda iş arayanların 390 binine iş imkanı yaratabildi.
Kalan 590 bin kişi ise işsizler ordusuna eklendi.

İşsizlerin sayısı 3 milyon 700 bini aştı. Çalışan her 100 kişiye karşı 13 işsizimiz var.

İşsizlik oranı 2015 Kasım ayında yüzde 10.5 iken, 2016 Kasım ayında yüzde 12.1 oldu.
Gerçekçi olalım. Bizim istihdam sorunumuzun arkasında hızlı nüfus artışı var. Artan nüfusta çalışmak isteyenlerin sayılarının giderek artması var. Nüfus artışı yavaşlamayacak. İş imkanları kendiliğinden artmayacak. İşsizlik oranı kendiliğinden düşmeyecek.

Nüfus artışını sınırlayamayacağımıza göre her yıl en az 900 bin kişiye iş bulmaya mecburuz. Her yıl 900 bin kişiye iş bulabilmenin tek yolu, sanayi üretimini artırmak, büyümeyi hızlandırmaktır.

Unutmayalım, ”Ne kadar üretim, o kadar iş ve aş...”

Kasım ayı istihdam rakamları şunları gösteriyor.

• Dünya ekonomisindeki yavaşlamaya rağmen, Türk ekonomisindeki sorunlara rağmen, büyümenin yüzde 3’lere gerilemesine rağmen, bizde işten toplu çıkarmalar olmuyor.

• Ekonomi her şeye rağmen yılda 390 bin kişiye iş imkanı yaratabiliyor.

• Ancak, yeni iş arayanlar tarım ve sanayi gibi üretken sektörler yerine hizmetler kesiminde iş bulabiliyor.

İstihdam edilenlerin yüzde 19.6’sı sanayi, 18.7’si tarım, yüzde 7.4’ü inşaat, yüzde 54.2’si ise hizmetler sektöründe çalışıyor. Eskiden tarımda çalışan sayısı sanayiden fazla idi. Şimdilerde sanayi öne çıktı.

Son bir yılda:

• Sanayide çalışanların sayıları 37 bin azaldı.

• Tarımda çalışan sayısı 100 bin azaldı.

• Hizmetler kesimi, istihdam deposu olarak büyüyor. Son bir yılda hizmetler kesiminde çalışanların sayıları 527 bin arttı. 15 milyona yaklaştı.

• Tarım dışı işsizlik oranı yüzde 14.3 oldu.

• Genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı yüzde 22.6’ya yükseldi.

• Ne eğitimde, ne istihdamda olan gençlerin oranı yüzde 23.9. Dört gencin biri okula gitmiyor, işi yok. Sokaklarda geziyor.

Nüfus artışı devam edeceğine, her yıl yaklaşık 900 bin kişi iş aramaya başlayacağına göre, daha fazla iş imkanı yaratmak zorundayız.

Daha fazla iş imkanı yaratmak için büyümeyi yüzde 7’lere yükseltmek, tarımda ve özellikle sanayide üretimi artırmak zorundayız.

Anchor 1
Anchor 30

Negatif Faiz Kobilere Kredi Olarak Geçmiyor

 

 

 

 

 

 

18.04.2016 Joseph E. Stiglitz

                                                                                                            SAYFA BAŞI

Ocak ayının başında bu yıl ekonomik şartların 2008’de patlak veren küresel finansal krizden sonra en kötü yıl olan 2015’teki kadar kötü olacağını yazmıştım. Ve son on yıldır sıklıkta gerçekleştiği gibi, daha birkaç ay geçmeden daha iyimser diğer tahminler tekrar aşağı yönlü revize edildi. 

Bunun altında yatan sorun – krizden bu yana küresel ekonomiyi de hasta eden ve nispeten kötüleşen – küresel toplam talep eksikliğidir. Şimdi, buna tepki olarak Avrupa Merkez Bankası teşvik programını genişleterek, Japonya Merkez Bankası ve diğer birkaç merkez bankasının kervanına katılarak “sıfırın altında faiz” - faiz oranlarının negatif de olabilmesi - uygulamasına başladı. Bu alt sınır bir zamanlar geleneksel ekonomistlerin sadece hayal gücüyle canlandırabildikleri bir enstrümandı. 

Buna rağmen negatif faiz gibi sıradışı deneylere kalkışan ekonomilerin hiçbirinde ne büyümede bir artış ne de tam istihdam gerçekleşti. Bazı durumlarda çok daha beklenmedik bir sonuçla bile karşılaşıldı: Bazı kredi faizleri düşmek yerine yükseldi. Birçok merkez bankacısının kriz öncesi modellerin – hem resmi modeller hem de zihinsel modellerin – hayli kötü olduğu biliniyordu. Krizi öngöremediler ve sadece birkaç ekonomide görünürde tam istihdama yaklaşılabildi. Avrupa Merkez Bankası herkesin çok iyi bildiği gibi, tam euro krizi kötüleşirken ve işsizlik iki haneli rakamlara yaklaşırken 2011 yılında faizleri iki kez artırarak deflasyon riskini daha da yükseltmişti. 

Eski ve yanlış olduğu kanıtlanmış modelleri çok küçük değişikliklerle birlikte kullanmaya devam ettiler. Bu modellerde faiz oranı aşağı yukarı oynanarak iyi bir ekonomik performans sağlamaya yönelik en önemli politika enstrümanıydı. Eğer pozitif faiz oranları yetmiyorsa, bu işi ancak negatif faizler halleder diye düşündüler. 

Halletmedi. Birçok ekonomide – Avrupa ve ABD dahil – reel (enflasyona göre düzeltilmiş) faiz oranları negatife geçti. Bazen - yüzde 2’ye bile indi. Fakat yine de reel faiz oranlarının düşmesine rağmen iş yatırımları duraklamaya girdi. OECD verilerine göre son yıllarda fabrika ve ekipman yatırımlarının GSYH’ye oranı hem Avrupa’da hem de ABD’de düştü (ABD’de 2000’de yüzde 8.4 iken 2014’te yüzde 6.8’e, AB’de aynı dönemde yzde 7.5’ten yüzde 5.7’ye geriledi). Diğer veriler de ortaya benzer bir tablo koyuyor. 

Belli ki büyük şirketlerin yatırım yapmaya başlamak istedikleri faiz oranını tam olarak hesapladıkları fikri – ve faizlerde 25 baz puanlık bir indirim olduğunda çok sayıda projeye başlayama niyetli oldukları fikri – komikmiş. Daha gerçekçi olunması gerekirse, büyük şirketler yüzlerce milyar doların üzerinde oturuyor – gelişmiş ülkelerinkini toplarsak bu trilyonlarca dolar ediyor - çünkü zaten çok fazla kapasiteleri var. Faizler birazcık düştü diye neden daha fazla projeye girişsinler? KOBİ’ler ECB faizleri negatife çekmeden önce de kredilere erişemiyordu, şimdi de erişemiyor. 

Kısacası, birçok şirket – özellikle de KOBİ’ler – kolay kolay hazine bonosu oranlarında kredi alamıyor. Sermaye piyasalarından kredi alamıyor. Bankalardan da kredi alamıyor. Ve bankaların koyduğu faiz oranlarıyla hazine bonosu faizleri arasında çok büyük bir fark var. Dahası bankalar karneyle kredi dağıtıyor. İstedikleri zaman bazı şirketlerin kredi talebini reddedebiliyorlar. Bazı durumlarda teminat istiyorlar (genellikle de gayrimenkul). 

Ekonomist olmayanlara bir şok etkisi yapabilir ama bankalar son 20-30 yıldır para politikacılarının kullanmış olduğu standart ekonomik modelde hiçbir rol oynamadılar. Tabii ki eğer bankalar olmasaydı, merkez bankaları olmazdı veya tam tersi. Ama zihinsel uyumsuzluk merkez bankalarının modellerine olan güveni hiç sarsmadı. 

Euro Bölgesi’nin yapısı ve ECB’nin politikaları performansı iyi olmayan ülkelerdeki bankaların – özellikle de krizdeki ülkelerdeki bankaların – çok zayıfl amasına neden oldu. Mevduat çıkışları yaşandı, Almanya’nın talep ettiği kemer sıkma politikaları ise toplam talep eksikliğini geciktirdi ve yüksek işsizliğin devam etmesine neden oldu. Bu şartlar altında kredi vermek risklidir ve bankaların kredi vermeye ne iştahı nede yeterliliği vardı – özellikle de KOBİ’lere (ki genelde en fazla istihdam yaratan bu KOBİ’lerdir). 

Reel faiz oranlarında – devlet tahvilleri için de geçerli olan – eksi yüzde 3’lük hatta eksi yüzde 4’lük bir düşüş bile çok bir fark yapmaz. Negatif faiz oranları bankaların bilançosuna zarar veriyor. Bankalar üzerindeki ‘Servet etkisiyle’ kredi teşviklerindeki küçük artışı da öldürüyor. Eğer politika yapıcılar dikkatli olmazsa, kredi faizleri artabilir ve kredi kullanılabilirlik düşebilir. 

Bunların dışında üç sorun daha var. Birincisi düşük faiz oranları şirketleri daha sermaye yoğun teknolojilere yatırım yapmaya yönlendiriyor, bu da işgcüne olan talebi kısa vadede artırıyor olsa bile, uzun vadede azaltıyor. İkincisi faiz gelirlerine bağlı olan yaşlı insanlar, daha da zarar görüyor ve faiz artışından hayli faydalanan -zengin hisse sahibi olanlara – vatandaşlara nazaran tüketimlerini iyice kesiyorlar. Bu da toplam talebi baskılıyor. Üçüncüsü irrasyonel olsa getiri arayışı için bir çok yatırımcı portfolyolarını daha riski varlıklara kaydırarak ekonomiyi finansal isitikrarsızlık riskine sokuyor. 

Merkez bankalarının odaklanması gereken şey, kredilerin nereye gittiğidir. Yani yerel bankaların KOBİ’lere kredi verebiliyor olmasını ve vermek istiyor olmasını sağlamaları gerekir. Fakat aksine tüm dünyada merkez bankaları sistemsel önem taşıyan bankalara, 2008 krizinden bu yana aşırı risk alarak ve bozuk yöntemler kullanan finans kuruluşlarına odaklandı. Fakat toplama baktığınızda çok sayıda küçük bankanın toplamı da sistemik olarak önemlidir – hele de yatırım, istihdam ve büyümeye dair endişeler varsa. 

Tüm bunlardan çıkartılacak ders “Ne ekersen onu biçersin”. Eğer merkez bankaları yanlış modelleri kullanmaya devam ederse, yanlış yapmaya devam ediyor olacaklar. Tabii ki en iyi şartlarda bile para politikalarının kötü bir ekonomiyi tam istihdama yükseltme kabiliyeti sınırlıdır. Fakat yanlış modellere yaslanmak merkez bankalarının yapabileceklerinin önünü kesiyor – hatta durumu daha da kötüleştiriyor olabilirler

 

Ekonomi alanında Nobel Ödülü sahibi Joseph E. Stiglitz, Columbia Üniversitesi Profesörüdür.

 

 

 

 

 

                                                                                                                         

21.04.2015

Leasing sektörü beş senede iki kat büyüyecek

                                                                                                                         SAYFA BAŞI

Deloitte raporuna göre, Türkiye'de 2013'ten itibaren yeniden bir ivme yakalayan leasing sektörünün işlem hacminin 2014 ile 2018 arasında yaklaşık 2 kat büyüyerek 33 milyar liraya ulaşması öngörülüyor

 

Deloitte, leasing sektöründeki gelişmeleri değerlendirdiği ve sektörün gelişimi için politika önerileri sunduğu "Leasing Sektörü: Sürdürülebilir Büyüme Yolunda Adımlar" raporunu yayımladı.

 

Verilere göre, küresel leasing sektörü 2013 yılında 884 milyar dolar büyüklüğe ulaştı. Pazarda ilk üçü sırasıyla 335,1 milyar dolar işlem hacmi ile Kuzey Amerika, 333,6 milyar dolar işlem hacmi ile Avrupa ve Çin'in etkisiyle 177,3 milyar dolar işlem hacmi ile Asya oluşturuyor. Türkiye ise 2014 yılı itibarıyla yaklaşık 7,6 milyar dolar işlem hacmine sahip durumda bulunuyor.

 

Leasing işlem hacminin milli gelire oranına bakıldığında, 2013 yılında Türkiye 0,63 penetrasyon oranı ile dünyadaki ilk 50 ülke sıralamasında 41. sırada geliyor ve sektörün mevcut potansiyelinin altında olduğu görülüyor.

 

Leasing piyasasındaki "operasyonel leasing" ve "sat-geri kirala" gibi ürünlerle çeşitliliğin ancak son dönemlerde artmasının, bu oranın Türkiye'de yüksek olmamasında etkili faktörlerden biri olduğu ifade ediliyor. 

 

Raporda ayrıca leasingin şirketler tarafından çoğunlukla KDV avantajından yararlanmak için kullanılan bir finansal enstrüman olarak algılanması, sektörün gelişmesi için gerekli altyapının tam anlamıyla oluşmamış olması, özel sektörde bankalara ve krediye erişimi sınırlı, mali yapısı zayıf görülen şirketlerin leasing yoluna gittiği yönündeki algı, bankaların küresel kriz sonrası dönemde KOBİ bankacılığına yönelmesi ve Türkiye'deki şirketlerin "mülkiyet sahipliği" konusuna yaklaşımlarının da leasing sektörünün gelişmesi önündeki engellerden olduğu belirtiliyor.

 

Leasing sektörü küresel kriz sonrası toparlanamadı

 

Türkiye'de şu anda 31 şirketin yaklaşık 50 bin müşteriye yaklaşık 1.500 çalışanla hizmet verdiği leasing sektöründe büyüklük olarak ilk 10 şirketin tamamını banka iştiraki oluşturması bankacılık ve leasing faaliyetlerinin diğer ülkelere oranla daha paralel yürümesine yol açıyor. Raporda, 2007 yılından önce kredi piyasalarındaki büyümeye paralel bir ivme yakalayan leasing sektörünün küresel kriz sonrasında vergi düzenlemelerinin de etkisiyle aynı başarıyı tekrarlayamadığı belirtiliyor.

 

Türkiye'de leasing sektörünün daha geniş bir işlem hacmine ulaşmasının özellikle büyüme potansiyeli yüksek KOBİ'ler ve rekabet gücü yüksek sektörler üzerinde olumlu bir etki yaratacağı aktarılıyor. Makine ve ekipman alanındaki leasing faaliyetleri ile bu alandaki toplam yatırımlar arasında uzun dönemli ve pozitif bir dengenin olduğunu, leasing faaliyetlerinde yüzde 1'lik bir artışın toplam makine ve ekipman yatırımlarını yüzde 0,3 artıracağını gösteriyor. 

 

Dünyada leasingi en çok tercih eden sektörler incelendiğinde imalat, tarım, kamu, madencilik, inşaat, sağlık hizmetleri gibi geniş bir yelpazede faaliyet gösteren bir şirket portföyüyle karşılaşılıyor. Türkiye'de ise inşaat sektörü ve gayrimenkul Türkiye'deki leasing faaliyetlerinin yarısını oluşturuyor.

 

Leasing sektörünün katkısının inşaat gibi ekonomik konjonktürle beraber hareket eden sektörlerle sınırlı kalmaması ve sürdürülebilir büyüme için stratejik önem taşıyan sektörlerde de kullanılması, finansmana erişimin ve sermaye yatırımlarının zorlaşmasının beklendiği 2015 ve sonrası için de önem taşıyor.

 

Özellikle yapısal reformların detaylandırılması ve sektörel bakış açılarının değişeceği aşamada leasing sektörünün kendisini yeniden konumlaması ihtiyacı oluşacaktır.

 

2013'ten itibaren bir ivme yakalayan leasing sektörünün, işlem hacminin 2014'ün başından itibaren 5 yıllık sürede yaklaşık 2 kat büyüyerek 33 milyar liraya çıkması ve aynı dönemde yaklaşık 64 milyar liralık bir aktif büyüklüğe ulaşması bekleniyor. Ayrıca net kira alacakları bakımından da yaklaşık 41 milyar liralık bir büyüklük öngörülüyor.

 

Captive leasing' uygulamaları özendirilmeli

 

Raporda ayrıca 2015-2018 arasında sınırlı bir ekonomik büyüme performansı yakalanacağı böylece sektörün yıllık ortalama (nominal) büyüme hızının yüzde 20'nin biraz altında olacağı, özellikle makine-teçhizat ve taşınmaz mallarda işlem hacminin 2014-2018 arasında yaklaşık 2 katına çıkacağı vurgulanıyor. 

 

Son dönemde vergi oranlarındaki düzenlemeler başta olmak üzere sektörün başarılı bir büyüme ivmesi yakalaması için de önemli adımlar atıldığını aktaran rapora göre, sektörün sürdürülebilir bir büyümeye ulaşması için derin bir ikinci el piyasasının oluşturulması ile operasyonel leasingin geliştirilmesi, sektördeki bilgi ve veri akışının iyileştirilmesi, sektörde uzmanlaşmış nitelikli işgücünün yetiştirilmesi, uluslararası makine/ekipman üreticileriyle distribütörlük anlaşmalarının kurularak leasing ağının geliştirilmesi, bürokratik katılıkların azaltılması, 'Captive leasing' uygulamalarının devletin de destek olacağı mekanizmalarla özendirilmesi, şirketler tarafında leasing faaliyetlerinin sağlayacağı avantajlara yönelik bilgilendirme çalışmalarının yapılması gerekiyor. 

 

Öz kaynakları kısıtlı şirketlerin krediye erişimi zorlaşabilir

 

Açıklamada görüşlerine yer verilen Deloitte Türkiye Finansal Hizmetler Sektörü Lideri Hasan Kılıç, 2015 yılı ve sonrasında küresel ölçekte beklenen parasal sıkılaşma ve gelişmekte olan ülkelere fon girişinin yavaşlamasının beklenmesinin başta öz kaynakları kısıtlı şirketlerin krediye erişimini zorlaştırabileceğini belirterek, şunları kaydetti:

 

"Leasing sektörünün daha geniş bir işlem hacmine ulaşması ölçek ve sektör farkı gözetmeksizin şirketlerin sermaye yatırımlarına destek vererek katkı sağlayacaktır. Mevcutta potansiyelinin altında olan leasing sektörünün geliştirilmesi için leasing konusunda başarılı ülkelerde olduğu gibi canlı ve gelişmiş bir sektör için hem satıcılar hem de kiracılar açısından sektörün cazibesinin artırılması, özellikle özendirilmesi istenen sektörlerde captive leasing uygulamalarına yönelik teşvik programları oluşturulması etkili olabilir. Böylelikle leasing yoluyla da satışlarını artırabileceğini gören üretici firmaların ülkeye yatırım yapmaları sağlanabilir. Sektörün gelişebilme potansiyeli olan bir alanı da operasyonel leasing. Bu açıdan, özellikle operasyonel leasing'in kullanıldığı durumlarda etkin bir ikinci el piyasasının oluşması önem taşımaktadır."

 

Deloitte Türkiye Finansal Hizmetlerden sorumlu Vergi Direktörü Gündoğan Durak ise Leasing işlemlerinin vergilendirilmesine yönelik teşviklerin şirketlerin leasinge olan taleplerinde temel belirleyiciler arasında yer aldığını aktararak, "2008-2011 yıllarında yapılan değişikliklerle bazı kiralama işlemlerinde yüzde 1 KDV oranının 2007 öncesinde olduğu gibi yeniden getirilmesi sektörü canlandıran bir gelişme olmuştur. Yine taşınmaz sat-geri kiralamalarına sağlanan vergi istisnaları, 2013 yılından itibaren taşınmaz kiralamalarında bir artış meydana getirmiştir" değerlendirmesinde bulundu.

 

Durak, yine de sat-geri kirala işlemlerine sağlanan vergisel avantajların esasen bugün itibarıyla istenilen seviyede olmayıp yapılacak ilave değişiklikler neticesinde bu alandaki ivmelenmenin hızlanacağını belirterek, "Ayrıca farklı sektörlerde de leasingin teşvik edilmesini sağlayacak şekilde yüzde 1 KDV'ye tabi olan makine ve ekipman listesinin genişletilmesi ve leasing şirketlerine mali kolaylık sağlayacak ve işlem maliyetlerini azaltacak politikaların hayata geçirilmesi sektörün gelişimini daha da olumlu etkileyecektir" ifadelerini kullandı.

 

 

 

                                                                                                                                     

Teknoparklarda vergi uygulamaları


https://www.muhasebedr.com/teknoparklarda-vergi-uygulamalari/                      SAYFA BAŞI 

 

Ülkemizde yaklaşık sayıları 50’ye ulaşan teknoparklar, yoğunluğu Ankara ve İstanbul’da olmak üzere değişik bölgelerde faaliyetlerini sürdürmektedir. Teknoloji Geliştirme Bölgeleri’nin kuruluşu, işleyişi, yönetim ve denetimi ve bunlarla ilgili kişi ve kuruluşların görev, yetki ve sorumlulukları; 4691 S ayılı “Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu” ve 19/06/2002 tarihli 24790 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu Uygulama Yönetmeliği” hükümleri çerçevesinde düzenlenmiş bulunmaktadır.

Teknoparklarda faaliyet gösteren şirketler belirli şartların gerçekleşmesi halinde kurumlar vergisi ve katma değer vergisinden muaf tutulmuşlardır.

Kurumlar vergisi yönünden aranılan şartlar teknoloji geliştirme bölgeleri kanununda değişiklik yapan 6170 sayılı Kanun’la değişen geçici 2. maddesinde belirtilmiştir. Buna göre yönetici şirketlerin bu kanun uygulaması kapsamında elde ettikleri kazançlar ile bölgede faaliyet gösteren gelir ve kurumlar vergisi mükellefl erinin münhasıran bu bölgedeki yazılım ve Ar-Ge faaliyetlerinden elde ettikleri kazançları 31.12.2023 tarihine kadar gelir ve kurumlar vergisinden istisna edilmiştir. Anılan kanunun tanımlar başlıklı bölümde ise Ar-Ge faaliyetlerinin ve yazılım hizmetlerinin kapsamı ve sınırları net olarak belirlenmiştir.

Buna göre Ar-Ge (araştırma ve geliştirme) kültür, insan ve toplum bilgisinden oluşan bilgi dağarcığının artırılması ve bunun yazılım dahil yeni süreç, sistem ve uygulamalar tasarlamak üzere kullanılması için sistematik bir temelde yürütülen yaratıcı çalışmalar olarak tanımlanmıştır. Yazılım ise bir bilgisayar iletişim cihazı veya bilgi teknolojilerine dayalı bir diğer cihazın çalışmasını ve kendisine verilen verilerler ilgili yapması gereken işlemleri yapmasını sağlayan komutlar dizisinin veya programların ve bunların kod listesini, işletim ve kullanım kılavuzlarını da içeren belgelerin, belli bir sistematik içinde, tasarlama, geliştirme şeklindeki ürün ve hizmetlerin tümü ile bu ürün ya da mal ve hizmetlerin lisanslama, kiralama ve tüm hakları ile devretme gibi teslim şekillerinin tümü olarak tanımlanmıştır.

Buna göre teknoparklarda kurumlar vergisi istisnasından yararlanabilmek için;

- Kanunla belirlenen teknoloji geliştirme bölgelerinde faaliyet gösterilmesi, - Elde edilen kazancın münhasıran bu bölgedeki Ar- Ge ve yazılım faaliyetlerinden elde edilmiş olması gerekmektedir.

Katma Değer Vergisi Kanunu’nda ise Kurumlar Vergisi Kanun’da yapılan düzenlemeye paralel bir düzenleme yapılmamıştır.

KDV Kanunu’nun geçici 20. maddesi ve KDV Genel Uygulama Tebliği’nin ( II/G-2) bölümünde yapılan düzenlemeler ile konuya ilişkin açıklamalar getirilmiştir.

Buna göre;

Teknoparklarda bulunan mükellefl erin 31.12.2023 tarihine kadar bu bölgelerde ürettikleri sistem yönetimi, veri yönetimi, iş uygulamaları, sektörel, internet, mobil ve askeri komuta kontrol uygulama yazılımları şeklindeki teslim ve hizmetler KDV istisna edilmiştir. Söz konusu bölgede üretilen yazılımın farklı kişilere satılması ya da satışın CD veya elektronik ortamda yapılması istisna uygulanmasına engel değildir.

Ancak güncelleme dışında bir yazılımla ilgili olarak verilen bakım, destek hizmetlerinin, Teknoparklarda üretilse dahi oyun programları, network uygulamaları gibi yazılımların işlevlerini yerine getirmek için yazılım kullanan ürün, aygıt, eşya vb. donanımlar ile bu donanımlara ilişkin hizmetlerin web sitesi aracılığıyla verilen reklam hizmetlerinin ve arge çalışmaları kapsamında yer alan teslim ve hizmetler ise istisna kapsamında değerlendirilmeyecektir.

KDV Kanunu Ar-Ge çalışmaları için istisna öngörmezken yazılım konusunu detaylandırmış ve hangi yazılım harcamalarının KDV istisnasına tabi olduğunu tek tek saymak suretiyle belirlemiştir.

Burada dikkat edilmesi gereken konu teknoparklardaki Ar-Ge faaliyetlerinin KDV ye tabi olduğudur.

Yılmaz Sezer

Güncel & Laviale Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Anchor 7
Anchor 4
Anchor 2
Finansal Kiralama Sözleşmelerindeki Damga Vergisi İstisnasının Kapsamı

 

Mehmet Bingöl

mbingol@finansgundem.com

                                                                                                                   SAYFA BAŞI

Bu yazımızda finansal kiralama sürecinde ortaya çıkan sözleşmeler ile bunların teminatlarına ait diğer ilave kağıt ve sözleşmelerdeki Damga Vergisi konularını ele alacağız.

Bilindiği üzere finansal kiralama sözleşmeleri ile bunların teminatlarına ilişkin kağıtlar Damga Vergisi’nden istisnadır. İstisna hükmü 6361 sayılı Kanun’un 37. Maddesinde özel olarak düzenlenmiştir.

Reel sektörün finansman maliyetini azaltmayı hedefleyen Kanun’daki istisna hükmü bu yönüyle önem arz eder. Zira finansal Kiralama şirketleri, bankalar ve diğer finansman şirketlerinden farklı olarak doğrudan reel sektördeki imalatçılar ile yatırımcılara finansman sağlar.

MADDE 37(1):

“Finansal kiralama sözleşmeleri, bu sözleşmelerin devrine ve tadiline ilişkin kâğıtlar, finansal kiralama konusu malların teminine ilişkin kiralayan ve satıcı arasında düzenlenen sözleşmeler ile bunların teminatı amacıyla düzenlenen kâğıtlar damga vergisinden, bu kâğıtlarla ilgili yapılacak işlemler (finansal kiralama konusu gayrimenkullerin kiralayanlar tarafından devir alınmasına ilişkin tapu işlemleri hariç) harçtan müstesnadır.”

Görüldüğü gibi vergi mevzuatından ziyade sektörün kendi yasası olan 6361 sayılı FİNANSAL KİRALAMA, FAKTORİNG VE FİNANSMAN ŞİRKETLERİ KANUNU’ndaki özel düzenleme gereği Damga Vergisi ödenmemektedir. Son günlerde vergi istisnası uygulamasında kapsam açısından bazı tereddüt ve tartışmalar ortaya çıkmıştır. Özellikle Noterler nezdinde işlem yapılırken ortaya çıkan bu tereddütlerde, finansal kiralama sözleşmelerine ek olarak yapılan teminat amaçlı rehin sözleşmelerindeki bazı ifadelerin varlığından hareketle bu kağıtların Damga Vergisi’ne tabi olduğu ileri sürülebilmektedir. Oysa işlemin özü; “mevduat veya hisse senetleri” gibi varlıkların finansal kiralama alacaklarının teminatına alınmasıdır. Bu ise 6361 Sayılı Kanun kapsamında yapılan finansal kiralamanın amaçları ile tamamen uyumlu bir teminata bağlama işlemidir.

Finansal kiralama alacaklarının teminatını teşkil eden ek rehin sözleşmelerinde yer alan kelime ve ifadeleri, gerçek amaçları dışında değerlendirerek, işlemin finansal kiralama ilgili olmadığını öne sürmek gerçek duruma ve işin özü olan finansman/kredi sağlanması işlemine uygun düşmemektedir. Kaldı ki, yapılan sözleşme bir “finansal kiralama” sözleşmesi olup, finansal kiralama şirketinin alacaklarına ilişkindir. Finansal Kiralama şirketlerinin esas ve tek faaliyeti “finansal kiralama” olup başkaca bir iş yapmaları mümkün değildir. Dolayısıyla bahse konu sözleşmelerdeki şirketin finansal kiralama alacağını ve haklarını koruyan ifadelerin “başka amaçla yapıldığını iddia etmek”, 6361 sayılı Kanun ile getirilen istisna uygulamasını ortadan kaldırıcı nitelik arz etmektir. Bu ise neticede imalatçı ve yatırımcılara ek külfet getirir.

6361 sayılı Kanun’un açık ifadesinden de anlaşılacağı üzere teminat altına alınan sadece finansal kiralama sözleşmesi kapsamında verilen kredi alacağı değil, finansal kiralama sözleşmesi sebebiyle doğan tüm alacak ve zararlardır. Çünkü sözleşmelerin konusu taşınır veya taşınmaz mallardır. Kiracının, sözleşmeden kaynaklanan kira borçlarını ödeme yükümlülüğü yanında yine sözleşmeye konu malları sözleşme ve Kanuni düzenlemelere uygun koruma, kullanma ve bakım yükümlülüğü bulunmaktadır. Aynı zamanda söz konusu malların kullanımı sebebiyle 3. kişilere verilen zararlardan ve mallara ilişkin yasal yükümlülüklerden (vergi, ceza v.b. gibi) de sorumludur. Tüm bu yükümlülüklerin finansal kiralama sözlemesinden kaynaklandığı, başka bir hukuki ilişkiden kaynaklanma imkanı olmadığı ortadır. Konu bu yönüyle banka kredilerinden ayrılmaktadır. Dolayısıyla GİB tarafından bankalar için verilen özelgeler Finansal Kiralama sektörü için tam anlamıyla emsal alınamaz. Esasen bankacılık sektöründeki bu vergi istisnasının amacı da, 5035 sayılı kanun gerekçesinde açıkça belirtildiği üzere; reel sektörün finansman maliyetinin düşürülmesidir. 02.01.2004 tarihinden beri yürürlükte olan 5035 sayılı Kanun ile amaçlanan budur. (www.gib.gov.tr )

Sonuç olarak yatırımcılara kaynak sağlayan finansal kiralama sektöründeki Damga Vergisi uygulamasında mevzuat; gerek lafzen ve gerekse gerekçesi itibariyle çok nettir. Bankalardan farklı olarak Damga Vergisi istisnası, sektörün kendi kanunu olan 6361 sayılı Kanun ile özel olarak getirilmiştir. Bu ise çeşitli sebeplerle istisna uygulaması kapsamının daraltılmamasını gerektirir. Aksi halde yatırımcının desteklenmesi amacıyla getirilen bu istisnaların, yapılan dar yorumlar ile amacı dışında değerlendirilmesi yatırım ortamını ve yatırımcıları da olumsuz yönde etkiler. Bu sebeple reel sektörün (sanayi ve ticavret erbabı) finansmanındaki maliyetleri azaltmak için getirilmiş olan vergi istisnası uygulamasının maddenin ruhunu kavramayan yaklaşımlar ile kısıtlanmaması önem arz etmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

LEASING İLE İLGİLİ VİDEOLAR

 

                                                                                                                                       SAYFA BAŞI 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                                                                                                                                                                                                                                                            

                                                                                                                                  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SAYFA BAŞI

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                                                                                                                                                                                                                                                            

                                                                                                                                  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SAYFA BAŞI

 

 

 

 

Anchor 31
bottom of page